Kayıtlar

Şubat, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ŞEHİTLER TEPESİ'NDE KENTSEL DÖNÜŞÜM

Resim
Birinci Dünya Savaşı’nda Ruslara karşı savaşan 71 Mehmetçik Şehitler Tepesi’nde yatıyormuş. Çaykara Sultan Murat Yaylası’nda 2000 metre yükseklikte. Ankara, Haymana, Kerpiçköy Mahallesi’nde bir tane daha var. Tepe, Yunanlılarla savaşırken verdiğimiz şehitler hürmetine bu adı almış. Muhtemelen başka “Şehitler Tepesi/tepeleri”de vardır. Hepsinin de benzer hikayeleri olsa gerek. Düşmanla çatışılan ve çok şehit verilen tepeler. Bazıları, şehitlerin yükseğe gömülmesi gibi bir uygulamadan bahsediyor. Bugüne kadar böyle bir şey duymadım. Herhangi bir kaynakta görmedim. Mezarlıklarda da böyle bir uygulamaya şahit olmadım. İktidar olduklarında; “Şehitler Tepesi”ni boş bırakacaklarını söyleyenler var. Nasıl yapacaklar, nasıl boşaltacaklar bilmiyorum Kağıttepe ile karıştırıyor olabilirler. Kentsel dönüşüm öngörüyorlardır. Şehitler Tepesi genelde bir galat-ı meşhur olarak kullanılıyor. Kastedilen şey; kutsal kabul edilen, uğrunda şehit olunacak kuru

BATI’NIN ÇALDIKLARINI ALMAYA GİDİYORLAR

Resim
Filistin, Afganistan, Irak, Suriye… Dünyadaki mültecilerin çok önemli bir kısmı bu ülkelerden. Bu ülkelerin ürettiği göçün istikameti batıya doğru. Vatanlarında yaşam imkanları kalmadığından yola düşüyorlar. Türkiye’yi geçici bir sığınak olarak değerlendiriyorlar. Batı ülkelerine ulaşmak için inanılmaz riskler alıyorlar. Adeta ölüm kalım savaşı veriyorlar.   Suriye’deki rejim krizi ile birlikte Suriyeli göçmenler; göçmen milletinin kahir ekseriyetini oluşturuyorlar. Uzun süre, başta Suriyeliler olmak üzere bütün mültecilere yanlış bir muamelede bulunduk. Ülkemizin sınırlarını kendilerine açarken, ülkemizden başka ülkelere çıkışlarına izin vermedik. Hatta çıkan olursa geri kabul anlaşmaları ile geri aldık. Özgürlüklerini kısıtlayarak yanlış yaptık. Batının yaptığı illüzyonlardan etkilenerek içine düştüğümüz hatadan nihayet vaz geçtik. Ülkemizde bulunan mülteci kardeşlerimizin seyahat özgürlüklerini kendilerine iade ettik. İdlib’te yaşanan katl

TAKMIYORUZ

Resim
Korona.  İdlib. Şehitler. Mülteciler.  Rusya. Kudüs. Filistin.  Ekonomik dar boğaz. Alman Irkçıları.  Deprem.  Uçak kazaları. Kahtı Rical. ... Her taraf herkesi allak bullak edecek olaylarla dolu.  Ama çok umurumuzda değil. Atakan'ı takip ediyoruz. Survivor izliyoruz.  Reynmenle coşuyoruz. Kayak yapıyoruz. Küfür ediyoruz. ....  Takmıyoruz.  Yediğimiz, içtiğimiz, kullandığımız...   bir şeyler üzerimizde anti depresan etkisi yapıyor.  Doktorumuz ne ya da kim bilmiyorum ama iyi ki var.  Olmasa halimiz haraptı.  Fıkra gibi geçinip gidiyoruz.  Kafama Takmıyorum Mesleğe yeni başlayan genç doktor ilk kez göreve başlayacağı memleketi Trabzon’a doğru yola çıkmış. Gelen hastalara doğru teşhisi yapabilecek miyim, doğru ilacı yazabilecek miyim diye heyecandan yerinde duramıyormuş. Görev yapacağı köyün sağlık ocağına gitmiş yerleşmiş. Ertesi gün hastalarını beklemeye başlamış. İlk hastası yaşlı Temel gelmiş. Tanıdığı birini görünce mutlu olmuş genç doktor. Kısa bir sohbett

YOKSULLAR KİMİN DERDİ?

Resim
Yoksulluk da varlık gibi hep olacak. Yoksular ve zenginler aynı zamanda yaşayacak. Yoksulluğu kim durduracak, yoksullara kim bakacak? Toplum, devlet, belediye; komşu, devlet adamı, siyasetçi... Hangisi ne iş yapacak? Türk Dil Kurumu’nun “Devlet” kelimesi için verdiği birinci tanım şöyle: “Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş milletler veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık.” Tanıma göre devlet derken makro ve soyut bir yapılanmadan bahsediyoruz. Biraz somutlaştıracak olursak; belli bir toprakta, birlikte yaşamaya karar vermiş milletlerin; milleti oluşturan fertler ya da topluluklar eliyle yapamayacağı büyük işleri; millet ve toprağın kaynaklarını kullanarak yapmak üzere memur edilmiş kurum demek mümkün. Bu büyük işler; dış güvenlik, iç güvenlik, eğitim, hukuk, sağlık; silahlı güç, para ve bayrak gibi başlıklardan oluşuyor. Bu işlerin en önemli boyutu ise regülasyon; düzen, düzenleme. Millet bu gücü seçilmişler eliyle kull

SOSYOLOJİK TERÖRİZM

Serbest sevişme. Evsiz toplum. Evliliksiz çocuk. Sosyolojik terörizm insanlığı esir alıyor. Ev binlerce yılda kuruldu. Evin çevresindeki kurumlar binlerce yılda gelişti. Ev insanlığın toprağı oldu. İnsanlık bu topraktan koptuğunda köksüz kalır. Başına ne geleceğini seçemez bile. Zira köksüzlerin seçim hakkı yoktur. Anne, baba, dede, amca, hala, teyze, akraba, kan bağı, çocuk, torun; Nişan, nikah, cenaze, miras, varis, mülkiyet... Evliliksiz çocuk ve evsiz toplumla binlerce kavram ölür. Kim kimin babasıdır? Kim kimin çocuğudur? Kim kiminle yatabilir? Kim kime bakmakla yükümlüdür? Kim kimden neden sorumludur? Çok sayıda sorunun cevabı birden fazla olur. Her cevap kaosu büyütmekten başka bir işe yaramaz. Kölelik, evliliksiz çocuk ve evsiz toplumun yegane kaderidir. Bir başınalık, korumasızlık, güvencesizlik... başka bir yol bırakmaz. Ya parçası oldukları kaos ya da onları evsiz bırakan mühendisler insanlığın efendisi olurlar. Avrupa bu kuyuya düştü. Çıkabilir mi bi

TİRYAKİ

Resim
Çocuklar bilmez, biz çocukken, büyüdüğümüzde içeceğimiz şeydi sigara. Kötü olduğundan değil vakti gelmediğinden içmemeliydik. Bazen büyük büyük davranmak ister çocuklar, köşe bucak saklanır sigara içerdik. Bazen şefkatinden olsa gerek bazı büyükler ödül olsun diye içirdiler. Her evde mutlaka bulunurdu meret. Bayramlarda masada şeker bir de sigara tabağı bulunurdu. Misafire ikram edilmezse, ev sahibine eksi yazılırdı. Hasılı birileri, sigarayı Anadolu insanının alnına yazmıştı.  Bir zamanlar Marlboro, Camel, More Türkiye’de yasaktı. Gurbetçiler gizli gizli getirirlerdi hediye olarak. Çok muteber ve ne güzel kokardılar. Yasak kalktıktan sonra, boy boy billboardlardaki en sıhhatliler sigara içenlerdi. Dumanına bazen kızlar bazen erkekler takılırdı. Mübarek Alaattin’in sihirli lambası gibi parmak ya da dudak arasında her derde devaydı. “İster fakir ol ister fukara yemekten sonra yak bir cigara”... halk edebiyatı bile sigaradan yanaydı. Durduk yere değil böyle tiryaki

SAFRANBOLU ve KALP

Resim
 O Safranbol’u çok sever. Daha ufakken 5 falan, öyle derdi. Şimdi artık %20 daha büyük. Okula gidiyor. Okuyor, yazıyor. Safranbol değil Safranbolu diyor.  Karnesi’nde her şey Pekiyi’ydi. Her akşam babasına masal okuyordu. Ağır işçilik yapıyor, çok emek veriyordu. Babasından sözü almıştı. Ödülü yine Safranbolu’ydu.  2 haftalık sömestir tatilinde Cumartesi sabahtan gidip Pazar akşamdan dönüvereceklerdi. Olmadı. İlk hafta babası hastalandı. Olsun, sonra gideriz dedi. İkinci hafta bu sefer işler sıkıştı. Hafta sonu doluydu yine olmadı. Yine olsundu. Akıllı ve düşünceliydi.  Tatil bitti okul başladı. O hafta Cuma günü aldı haberi. Sabah erken kalkıp yola çıkacaklardı. Seve seve yattı, uça uça kalktı. Hayata dair dersleri yola çıkar çıkmaz başladı. Arabada yarım saat uykusunun gelmesi için kafiydi aslında. Ama kararlıydı, uyumayacaktı.  Karın aslında su olduğunu... Tabelalarda ne yazdığını...    Dikkatsiz şoförleri “baba bi şey diyicem” cümleleriyle başlayıp anlatadurd

OTOBAN 1

Kamyon, tır, minibüs, çekici... Mercedesler, Fiatlar, Hyundailer... Acelesi olanlar,umursamazlar, fırlamalar... Biraz fuar, biraz panayır, biraz pist otoban... 11 gibi saat. Kış güneşi bulduğu her şeyle sevişiyor. Etraf hayli şen. Sağda solda, yamaçlarda tepelerde karlar var. Hallerinden erirken bile memnunlar.  Dilovasının bacaları her işe sokulan burunlar gibi. Her şeye bu kadar karıştıklarından, her Donkişot önce Dilovası’na saldırıyor korunaklı dizi setlerinden. Sağda deniz, çimento fabrikasından hemen önce. Deniz ay fabrika yanardağ gibi. Biri nefes kesiyor biri yol gösteriyor. Biri kovuyor, biri davet ediyor. Körfez’in yamaçları ev dolu. Tünelden geçerken örtünüyorlar. Anadolu’dan gelmiş, sığınmış, tutunmuşlar yamaca. Önlerinde deniz her birinin ama ulaşılamaz mesafede ve ayakları fabrika yollarına yakın yaşıyorlar. Gemiler yüklü yüklü. Kamyonlar yüklü.    Yalancı sancıları var. Vakti gelince doğuracaklar. Levhaların altından, direklerin yanından, bariyer

GÜNDEM AKLA ZİYAN

Resim
Kaza var. Deprem olmuş. Teröristler saldırmış. Korana virüsü 360 derece dünyaya yayılıyormuş. Bir kadını kocası dövüyormuş, bir genç, dayakçı kocayı öldürmüş. Abdulhamid-i Sani ebediyete irtihal etmiş. Bir televizyon programı adalet dağıtıyormuş. İstanbul’da kar buharlaşmış, Gerede’de konaklamış. Marmaray zammını kim yaptırmış? Kimin zammı kiminkinden büyükmüş? Gamze Özçelik irticacılara karışmış. Şehvetle bakılan kadın bedeni daha matahmış. Biri FETÖ’ye kadro açmış. Biri kadro açarken seyretmiş. Belediye başkanları çok romantikmiş. Bürokratları duyarlılık basmış. Mühim insanlar kaza geçirmiş. Allah saklamış. Bir aktrist oyalı üst giymiş. Trump ilaçtan kesmiş parayı silaha yatırmış. BİST’in günü karaymış, Aselsan yine çakılmış. Cübbeli’nin fikri uçkurundaymış. Bir başkasının aklı onun fikrindeymiş. 50 kişi birbirine girmiş. ... Saat 16:30. Sosyal Medya’nın gündemi dolu. Herkes, gündemle dopdolu olduğunu göstermek için koştur

ZURNA 7: ANKARA AYAĞINI DENK ALSIN

Resim
İçinde kim ya da ne olduğunu tam kavramasam da sarıldığım mezar taşlarım çok. Hepsi benim. Annem 5 yaşında bir çocukken bir sakal telini sahibine hürmeten yerden kaldırmış, dua almış. 70 yıl sonra olayın kahramanına evladı üzerinden ulaştım. Biliyor, inanıyorum hiç bir şey yok olmuyor, olmayacak. Ahirette kendi davamın hakimi olsam, muhtemelen kurtulamam lakin; niyetlerimle o zaman yaşayacağım bir şehir kurma azmindeyim. Rahman ve Rahim olan Allah’a teslim oldum. Kimsenin kimseye hayrının olmayacağı günün dünyada doğduğunun bilincindeyim. Kamyon sırtındayken peşimizden gelen Horasan köpekleri Horasan’da kaldılar. Okul bitip işe başlayınca, derme çatma kervan yola çıkınca her köşede bitiverdiler. Dersli olduğumdan hiç umurum olmadı. FETÖ’yle beni ilişkilendirmeye çalışanlar kadar hiç birine şaşmadım. 1998 yılından 2014 yılına kadar Bank Asya’da aktif hesabım varmış. Doğru. Vardı. Güya faize az bulaşmak için bir katılım bankasına hesap açtırmıştım. Pendik’te iki tane

ZURNA 6: BUHARLAŞMA

Resim
Kuru temizleme dükkanında, işten artık kalan zamanda test çözerek hazırlandığım üniversite sınavına; Hukuk Fakültesi kazanmak hedefiyle girdim. Olmadı. O zamanki ünvanı Basın Yayın Yüksek Okulu olan Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesini kazandım. Okul fiziki ve sosyolojik bir yamaçtaydı. Her an düşebilirim korkusuyla çok fazla gitmedim. Özellikle kızlardan uzak duruyordum. Anlı şanlı Müge Anlı ile aynı sınıfta olduğumu çok sonraları öğrendim. Okula ulaşmak için kullandığımız ana cadde bankalarla doluydu! Sanki yabancı bir memleketti.  Okul sonraları Nişantaşı’na taşındı. Birinci adresi gibi yeni adresine de yolum çok az düştü. Konfordan, korkudan, tembellikten... Sınavdan sınava gidip geliyordum. 3. Sınıf’tan sonra atıldım. Daha sonra çıkan afla bitirdim.  Bu arada yerel bir gazetede Genel Yayın Yönetmeni olarak işe başladım. Gazete sahibi arkadaş bana ve 10 kişiye daha ortaklık teklif etti. İşi büyütecek, çok zengin olacaktık. Kişi başı sermaye? 10.000 Mark. Alm

ZURNA 5: ÇALIŞMAK

Resim
Fabrikalar bazı işçilikleri evlere yaptırırlardı.  Muhtemelen çok fire veriyorlardır. Yine de daha ucuza geliyor olsa gerek. 8-9 yaşlarındayken bazı ürünler için basit montaj işleri yaptığımı hatırlıyorum.  10-11 yaşlarında yazları  ve ev dışında çalışmaya başladım.  İlk iş yerim bir kırtasiye idi.  Ne kadar aldığımı hatırlamıyorum.  Patron cesur, ben cesur.  O yaşlarda Pendik'ten Eminönü'ne gidip karton alıyor, Pendik'e getiriyorum.  Yüzlük kartonları taşımak hayli zordu.  Vapura binmek için Sultanahmet yokuşlarından Karaköy'e gidiyordum. Çoğu zaman kayboluyor, yolumu kimseye sormadan bulmaya çabalıyor, buluyordum. Bazı insanların şefkati tahrik oluyor, kartonları taşımama yardım ediyorlardı.  Aslında Kadıköy'e vapur Eminönü'nden de varmış.  İlk gidişten sonra onu da sormadığımdan Eminönü'nden Kadıköy'e vapur olduğunu hayli sonra öğrendim. Bir ara; boyacılık yapmaya, simit - sandviç - çorap satmaya çalıştım... Bu sek