HER ŞEYİ BİLMEKLE BİR ŞEY OLDUĞU YOK

"Hani ben beni bilsem, her şeyi de bileceğim. Önceden önce kendimi bir bulayım, ötesi kolay!" Sabırtaşı Masalı


BİR İŞE YARAMIYOR
Her efsane, bir inanış; her masal bir özleyiş; her hikaye bir hikmettir.
Masalcı Baba olarak da bilinen Eflatun Cem Güney öyle diyor.
Fıkralar da öyledir.

Danışmanlar, avukatlar, akademisyenler… pek çok özne ile anlatılan bir fıkra var:
“Adamın biri balona binmiş ve uçarken yolunu kaybedip bilmediği bir yerde bir çayıra doğru sürüklenmiş.

Balonun yere çok yaklaştığı bir sırada aşağıda birini görmüş ve sormuş:
– Kayboldum, nerede olduğu söyleyebilir misiniz?
– Bir çayırın üzerinde uçmakta olan bir balonun içinde şu kadar yüksektesin!

Balondaki şahıs bu yanıt üzerine:
– Siz danışman olmalısınız.
– Evet, nereden anladınız?
– Söylediğiniz her şey %100 doğru fakat verdiğiniz bilgiler hiç bir işe yaramıyor.“

SATRANÇ *
Satranç bilinen en eski oyunlardan biridir.
Bir stratejiler oyunu olarak da kabul edilir.
Halen büyük bir zevkle oynanıyor.
Dünyanın en çok bilinen, en çok oynanan oyunları arasında yer alır.

Satrancın tarihçesi şu şekilde :
M.Ö. 2000'li yıllarda oynandığına dair bulgular Mısır'da piramitlerdeki kabartmalarda var.
6. yüzyıldan beri Îran'da oynandığı bilinmektedir.
7. yüzyılda İslam'ın yayılışıyla birlikte Orta Doğu'da ve Kuzey Afrika'da yayılır.
Endülüs Emevîleri, İtalya, Bizans İmparatorluğu ve Rusya yoluyla, 9. ila 11. yüzyıllar arasında Avrupa'da yaygınlaşır.

15. yüzyıldan itibaren Avrupa'lı soylular arasında çok popüler bir oyun haline gelir.
Avrupa’da "kraliyet oyunu" olarak anılmaya başlar.
19. yüzyılda bugünkü standart halini alır.
20. yüzyıl Avrupası'nda toplumun entelektüel üst tabakaları arasında yaygın olarak oynanır.

19. yüzyılın ortalarından beri düzenli satranç turnuvaları düzenlenmektedir.
İlk resmî Dünya şampiyonu Wilhelm Steinitz'tir.
Satranç Dünya Federasyonu 1924'te kurulmuştur.

GO
Go, tahta üzerinde oynanan iki kişilik bir strateji oyunudur.
Oyunun 4000 yıldan daha uzun bir geçmişi bulunmaktadır.
Çin kökenli olmasıyla birlikte bütün Doğu Asya'da tanınır ve oynanır.

Oyunun temel amacı şöyle bir benzetmeyle açıklanabilir:
İki general bir bölgeyi kontrol altına almak istemektedir.
Bunun için ilk önce gözetleme kuleleri dikerler ve sonra da kendileri için güvenli bir pozisyon kurmaya çalışırlar.
Oyunun amacı rakibi tamamen ortadan kaldırmaktan veya taşlarını esir almaktan çok onun karşısında avantajlı bir konuma geçmek, mümkün olabildiğince çok alanı kontrol altında tutmaktır.

Go, kuralları çok basit olmakla birlikte oldukça karmaşık bir oyundur.
Go oyununda bir taşı oynayabileceğiniz çok fazla yer vardır.

Satranç oyununda ilk yarım hamle için 20 olasılık, ikinci yarım hamle için 20, bir beyaz bir siyah tam hamle için 400 olasılık vardır.
Go oyununda ise siyah taş için 361 olasılık, beyaz taş için 360 olasılık, toplam 129.960 olasılık vardır.
Hamle çeşitliliği o kadar çoktur ki bir go oyuncusunun ustalaşma evresi ömrünün sonuna kadar sürebilir.

II. Dünya Savaşı'nda ABD'nin savaşa giriş sebebi olan Pearl Harbor Saldırısı'nın, şaşırtıcı etkisi ve tahribatının arkasındaki soğuk mantığın temelinde; “yalnız olan taşa saldır” şeklindeki go manevrası olduğu bilinen bir gerçektir.

Beyaz ve siyah taşlarla 19*19 ebatlarındaki goban adı verilen tahta üzerinde oynanmaktadır

GARRY KASPAROV 
Garik Kimoviç Weinstein, 13 Nisan 1963’te Yahudi bir baba ve Ermeni bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi.
1985-2000 yılları arası dünya şampiyonu olan büyük satranç ustasıdır.

1985'te Anatoli Karpov'u yenerek dünya şampiyonu unvanını kazandı.

Ünvanını 2000 yılında yenildiği Vladimir Kramnik'e devretmiştir.
Pek çok kişi kendisini tarihte görülmüş en güçlü oyuncu olarak değerlendirmektedir.
10 Mart 2005'te bir daha satranç turnuvalarına katılmayacağını açıklamıştır.

DEEP BLUE
Tarihi 5000 yıl önceye dayanan stranç, insan ve bilgisayarın kapasitesini; zekasını ve stratejik becerilerini ölçmek için halen bir mücadele meydanıdır.

İyi satranç oynayabilen bilgisayar programları, ilk bilgisayar yazılımları arasında yer almaktadır.
Bu yazılımların bazıları şampiyonlar seviyesinde oyun oynamaya, meydan okumaya devam etmektedirler.

Satranç tahtasında; insan / bilgisayar çekişmesinin en önemli örneklerinden biri Garry Kasparov ve Deep Blue arasındaki maçlardır.

Deep Blue, IBM tarafından geliştirilmiştir.
İnsan müdahalesiyle satranç oynayabilen bir bilgisayardır.
Bilgisayarın Kasparov ile 1-1 berabere kalması üzerine ikinci versiyonu geliştirilmiştir.
Yeni versiyonun adı Deeper Blue’dur.
Deeper Blue Satranç efsanesi Kasparov’u tartışmalı da olsa 3,5/ 2,5 skoruyla yenmeyi başardı.
Oyunla ilgili spekülasyonlar üzerine IBM projeyi sona erdirdi.

Satranç efsanesi Kasparov’un bilgisayar tarafından yenilmesi; bütün süreçleri ile dünyanın ilgisini çekti.
Konuyla ilgili çok sayıda haber, bütün dünyada gazete ve televizyonların haber bültenlerinde yer aldı.
IBM’in hisseleri büyük değer kazandı.
Yapay zeka ve robotlarla ilgili ütopik senaryolar geliştirildi.

SATRANÇ ve GO’nun YENİ EFENDİSİ
AlphaGo Zero Google’ın DeepMind bölümü tarafından geliştirildi.
2016 yılında go oyununda, insanlar ve bilgisayarlara karşı dünya şampiyonu oldu.

AlphaGo Zero, daha önceki yapay zekâların ve kendisinin bir önceki versiyonu olan AlphaGo’nun aksine, dışarıdan hiç yardım almadan oynuyordu.
Yani kuralların ve amacın tanımlanması dışında hiçbir insan girdisine ihtiyaç duymadan oyunu kendi kendine öğreniyordu.
Öğrenme sürecinin hızı inanılmazdı.

Gogle DeepMind, AlphaGo’nun öğrenen algoritmasını genelleştirdi.
AlphaZero sürümü, satrancı da benzer bir biçimde kurallar ve amaç tanımlandıktan sonra öğrendi.

2017 Aralık ayında yapılan denemede AlphaZero’nun oyunu insanüstü bir seviyede öğrenmesi sadece birkaç saatini aldı.
AlphaZero dört saatlik bir öğrenme sürecinin ardından 2017 bilgisayar satranç şampiyonu Stockfish 8’in karşısına çıktı.
Yüz oyunluk maçı 28 galibiyet, 72 beraberlik ve sıfır kayıp gibi olağanüstü bir skorla kazandı.

SÖZÜN ÖZÜ
IBM Deep Blue ile Google Alpha Zero ile 5000 yıl önce insanın keşfettiği oyunları, en iyi oynayan makinaları, yazılımları icad ettiler. 

BİR BİLGİ CANAVARI
İnsanlığın yeryüzü macerasındaki toplam birikiminin, bilgi işleyen makine verimi Deep Blue ve Alpha Zero’dan ibaret değil.
Çok sayıda süper bilgisayar, bilgi topluyor, analiz yapıyor, kendilerine tanımlanmış hedeflere ulaşmak için çalışıyor.

Şimdilik en en canavarı IBM’e ait.
Summit diyorlar.
Zirve.
En azından şimdilik zirve.

4608 sunucudan oluşuyor, kapladığı alan iki tenis kortu büyüklüğüne ulaşıyor.
9000 adet 22 çekirdekli IBM Power9 işlemcisine sahip.
27 bin adet Nvidia Tesla V100 GPU ekran kartı bulunuyor.
200 petaflop işlem gücüne sahip, saniyede 200 katrilyon hesaplama yapabiliyor.
Summit, dünyanın en hızlı dizüstü bilgisayarından bir milyon kat daha güçlü.
Süper bilgisayar, hali hazırda Korona ile ilgili çalışıyor, milyonlarca veriyi inceleyerek, tedavi için bir sonuç elde etmeye çalışıyor.

Çalışmasının üzerinden birkaç ay geçti.
Henüz işe yarar bir sonuca ulaşamadı.

FIKRANIN YENİ AKTÖRÜ BİLGİSAYARLAR ve BİLİŞİMCİLER
Girişteki “danışman” fıkrasının özneleri arasına artık bilgisayarları da katabiliriz.
Anlı şanlı bilişim firmaları da bilgisayarlarla birlikte bu sepete konulabilir.
Satranç konusunda, Go konusunda, Corona konusunda her söyledikleri doğru.
Ama henüz hiç biri bir işe yaramıyor.

Tesla, uzay mekiği üretiyor ama solunum cihazı üretmekte; Bayraktar, Biosis, Arçelik, Aselsan… Türkiye kadar başarılı olamadı.

Şüphesiz bizimkiler de bilişimden, bilgi teknolojilerinden faydalanıyorlar ancak başarılı olmalarının sebebi bence bu değil.
İnandıkları için Tesla’dan daha başarılı oldular.
Sağlık sektörümüz de insani olana daha fazla alan açtığı için Türkiye’nin mücadelesi, diğer ülkelerden ayrışıyor.

“İlim Çin’de de olsa gidip alınız” Hadis-i Şerifi, hangi şartta, hangi millette, nerede olursa olsun ilmin peşinde koşmamızı emrediyor.

Ancak bu koşu, inançla harmanlanmazsa “söyledikleriniz doğru ama bir işe yaramaz” olmaya devam eder.

HERKESİN BİR HESABI VAR
Korona salgını ile ilgili herkes geleceğe dair hesaplar yapıyor.
İnsanı köleleştirmek isteyenler de hürriyetini teslim etmek isteyenler de…
İnanmayanlar da inananlar da…
Herkesin bir hesabı olur da Allah’ın hesabı olmaz mı?

Mutlaka onun da bir hesabı var ve bizim için en hayırlısı odur.
Hali hazırda insanın, çaresizliğini ve hiçliğini görmüş olması, bu hesabın bir işareti değil midir?

Ulu önderimiz yüzyıllar öncesinde şöyle buyuruyor:
"Bir ülkede veba (salgın hastalık) olduğunu duyarsanız, oraya gitmeyin. Eğer veba olan bir yerde bulunursanız sakın oradan çıkmayın!" daha ileri bir tedbir bugün olmadığı gibi yarın da olmayacak.

Korona da Kuduz gibi yok olmayacak, belki korunacağız o kadar.
Bütün dünya hali hazırda bu Hadis-i Şerif’in gereğini yerine getiriyor.
Kimbilir belki Murad-ı İlahi budur.

Efendimizden dersli bir tıp, bir bilim insanı olan İbn-i Sina da şunları söylüyor:
“En önemlisi korkmamak, veba insandan insana bulaşıyor.
Veba ellere, kıllara hatta rüzgarın esmesiyle bile bulaşabilir.
İnsanlar bir araya gelmemeli.
Bir hasta insandan 100 kişiye bulaşıyor.
Hastalanmak istemiyorsanız evde oturun.
Sirke ile temizlik yapın.
Ellerinizi, bulaşıklarınızı ve kıyafetlerinizi mutlaka sirke ile yıkayın.
Birlikte dolaşmayın.
Beş on kişi bir araya gelerek kalabalıklar oluşturmayın.
Pazarları terk edin.
Paraları bırakın.
Toplu halde ibadet etmeyin.
Salgından korkmayın, hastalıktan sakının, hastalarınızı terk etmeyin.
Evinizde oturun ve neşeli olun.
Hastalık neşeden kaçar.”
Var mı daha ilerisi?

Peygamberimiz:
“Allah dermanını yaratmadan bir derdi yaratmamıştır” ve “Her derdin dermanı vardır” diyor.
Dolayısıyla o dermanı arayacağız, Summit’e de aratacağız.
Lakin mutlaka haddimizi bileceğiz.
Derman yaratmaya kadir değiliz.

“Vakit saat gelmeyince, Murad-ı İlahi yerini bulmaz.” Sadece bir masal cümlesi değildir, hakikatin bizzat kendisidir.

Madenden, petrolden, demirden, bilgiden… Var olanı bulduğumuz için kibrimizi büyütmek, soyut ve somut zarar hanemizi büyütmekten başka bir işe yaramadı, yaramayacak.
Her şeyi bilmekle bir şey olduğu yok, olmayacak da.

Allah Hay’dır.
Hayatı verendir ve alandır.
Unutmayacağız.
Önce O’ndan isteyeceğiz, sonra O’nun izniyle yarattıklarından medet umacağız.
Vesselam.


*Stranç, Go, Kasparov, DeepBlue, GoogleAlphaZero, Summit verilerinde, Wikipedia’dan yararlanılmıştır. 

Yorumlar

  1. Bilgineze emeğinize saglik

    YanıtlaSil
  2. Bir danışmandan öte Derde deva bir cevap Allah razı olsun.

    YanıtlaSil
  3. Elinize sağlık. Yazınızı okuyunca söyledikleriniz, bende bir takım soruların oluşmasına neden oldu. Bu soruları kısaca yazamadığım için peşinen affediniz.

    Türkçeye yüzyıllar önce girmiş dilimizle uyumlanmış, kültürümüzün potasında eriyerek bizden olmuş bir kelime “kibir” Bazı dillerde karşılığı yoktur; birebir çevrilemez. Bu kelimenin manasını en kuvvetli şekilde ifade dillerden biri Kazak Türkçesi’dir. “Menmenşilik” derler. Türkçemize “benbencilik” olarak çevrilebilir. Kazak Türkçesi’nin sentaksında; bu kelimenin anlamını, insana ait tavır ve duygularla birlikte ifade edebilme yeteneği vardır. Menmenşilik dendiğinde “ben ben” diye bağırıp duran insanları tasvir etmek, hayalde canlandırmak hemen kolaylaşır. Elbette “Menmenşilik”in kökleri insanlık tarihine dayanır; ancak sosyal bir toplum modeli haline dönmesi 18’inci yüzyılın başlarına denk gelir.

    "İnsan aklına” dayalı varoluş düşüncesi 18’inci yüzyılda Comte (pozitivizm) ile yayılmaya başladı. (Hatta Comte, Osmanlı bürokratlarından birine mektup yazarak; Hz. Muhammed’in bir zamanlar dünyayı etkileyen büyük bir rehber olduğunu; ama artık dinlerin modasının geçtiğini, yeni düşüncelerin seslerine kulak vermek gerektiğini, bunun Osmanlı için daha doğru olacağını söyledi ve imparatorluğu bu yeni düşünce sistemine davet etti.) On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde Batı dünyası bu konuda daha fazla yol kat etti. Marks, Weber ve Parsons gibi isimler pozitivizmin rasyonel akıl ile varoluş arasında kurduğu düşünsel dengeyi, sosyoekonomik düzleme oturtmayı amaçladılar. Bunda başarılı da oldular. Batı bir yandan ekonomik anlamda dalgalandırdığı zafer bayraklarıyla bir yandan da insan aklına dayalı teknik ilerlemeleriyle yeryüzünde insandan daha büyük bir güç olmadığına kani oldu. “Ben ben” diye bağırıp durdular. Bu yolda elde ettikleri tecrübe bugün hiçbir işe yaramayan menmenşilik kompleksinin referansı olabilir. Bugün söylediğiniz gibi bu düşünce sisteminin ben ben diye bağırıp durdukları benliklerini bir yere ulaştırmadığı gerçeği ile karşı karşıyalar. Batı’nın insan aklı fanatizmi ve menmenşiliği, dünyayı kasıp kavururken kendi insanlarını da bir çıkmazın içinde bıraktı.

    Fakat en az bunun kadar tehlikeli olan bir menmenşilik de Doğu’u toplumlarında var. Elinde hiçbir bilgi olmadan, bilim adına herhangi bir icraatte bulunmadan, hiçbir birikim ve tecrübeye sahip olmadan, daha Batı menmenşiliğinin ürettiklerini dahi kavrayamadan “biz her şeyi biliriz” diyerek büyüklenen toplumların menmenşilik referansı nedir? Bu menmenşilik Doğu toplumlarını nereye sürüklemiş hangi vaziyette bırakmıştır? Yoksa bu bir "senin menmenşiliğin- benim menmenşiliğimden daha kötü" kavgası mıdır? İnsanlık, bu iki ebeveyn kavgasının ortasında kalakalmış çocuklar gibi nasıl büyüyecektir? Bu kavgayla büyüyenler şu an ne durumdadır? Büyümekte olanlarsa büyüyünce ne olacaktır?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

MELEKLERİN İNTİKAMI

Irishman Çok Uzuuuuuuuuun!

OSMANLICA SARIŞIN ÇEKİK GÖZLÜLERİN İŞİ